Powered By Blogger

27 Ağustos 2010 Cuma

- ŞİİR SAATİ-



bu şiiri hangi saatte yazayım sana
nasıl bir perişanlıkta istersin?
çayım koyulmuş olsun mu bir yandan ?
günlerden pazarımı seçeyim
hava böyle kasvetli
ve aylardır temizlenmemiş olsun mu odam ?
gözlerim henüz çapaklıyken mi?
buz gibi bir odada mı yoksa?
dertli küllere boğarken mi istersin çay tabağını?
yapıştırıp sana almak istediklerimi
öğrenci harçlığımın aciz liralarına?
ya da bir bayram sabahı
namazdan dönerken mi?

bu şiiri hangi saatte yazayım sana
hangi çamurlu yolda söyle
hangi yokluğa yok kere küfür ederken istersin?
gazetelere göz atarken olabilir mi mesela?
beynimin akrostişinde kurgulayıp ismini
gece mi olsa ya da vakitlerden
dostlarla toplanıp kafayı çekerken mi ?
nereye yazayım söyle
sigara paketlerinin üstüne mi
yara bere içinde olsun mu ellerim?
hangi olmazlardan bir olmaz iliştirip cebime
hayallerimi senle süslemeye çalışırken mi söyle
soğuk bir taşın üzerinde
benden giden beni izlerken hani...

bu şiiri hangi saatte yazayım sana
nasıl bir perişanlıkta istersin ?
aç karnına mı
anam sobayı yakarken
babam işe gider gitmez mi?
kasım mı olsun aylardan
elektriğimiz kesilsin mi istersin ?
yeşilçam filmlerinde ağlayarak mı
hangi anıyı unutmayı göze alayım ?
acı -tatlı günleri asıp yalnızlığımın panosuna
hangi acımın alfabesinde olsun istersin ?
derin bir iç çekişimin hemen sonrası mı?
en sevdiğim keşkelerin ertesinde belki

bu şiiri hangi saatte yazayım sana
nasıl bir perişanlıkta istersin
nerde?
hangi saatte?
nereye?
söyle!!!
ne yapsam
beni seversin?


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

21 Ağustos 2010 Cumartesi

- Dİ' Lİ GEÇMİŞ ZAMANLAR...



yalan
beni hiç duymadın aslında
bir di'li geçmiş zamandı bütün herşey
bir cümlenin içinde bile bağlanamamıştık
ben gözyaşlarımla bağlamaya çalışırken
anlık paragraflarımızı
biz hep bir di'li geçmiş zamandık oysa
oysa bir gelsen mevsimleri toprağa gömerdim ben
devşirme sevinçlerim büyürdü yanında
yanında mavi mutluluktu nefesim
nefes eskirdi sanki olmadığında...

yalan
işte bu kadar basit der gibiydi
bir di'li geçmiş zamanda bitti herşey
olmuştu,dinmişti,tükenmişti
tükenmişti senin aşk dediğin
biz çoktan yanmıştık yani
adımlarımı siler gibiydi yürüyüşlerim
gül gibi unutmak vardı seni
geçtiğim her sokakta
dermansızı olmuştun dizlerimin
gönlüm gönlüne alacaklı
yaşardık işte
dedim ya gül gibi unutmak vardı seni
suyu dertsiz içmek
her yağmurda düşünmemek seni
acele olmamak
ve sen bizim di'li geçmiş zamanımızda güzeldin
ben o zamanlarda yakışıklı
o zamanda zengindi fakirliğimiz
fakirliğimiz avuçlarımızda
avuçlarımızda batardı güneş
aşkımız bu zamanın içinde
bulamamıştık
gizli özneydi aşkımız
saklanırdı yine...

ne diyeyim ki
geçmiş zaman bak
söylediğime bakılırsa
bir di'li geçmiş zaman olmuşuz
ey gözümün karası söyle?
kim kimi unutabilmiş acaba ...

ERHAN YİĞİT KIRIKCI

4 Ağustos 2010 Çarşamba

yanlışlıkla sözlerine değdim



gördünmü şehrimize mutlu bir son geldi
başrollerinde bizim olmadığımız
yarıldı gökyüzü ah evinden sanki
aşk beyninden vurulmuşa döndü
yani sen sevince şimdi
gördünmü şehrimize yalnızlık geldi
çaydanlığımla küllük arasında
mekik dokuyan puşt yokluğun
böylemi olacaktı yani
sen dedikleri de bumuydu ?
sen üfle parmaklarımı ne olur ?
sözlerine değersem mazallah
yanar içim
yerleşik bir aşka geçelim
sen gel
bıkar içim
göçebe sevişmelerden
bana sen gel
içimin orta yerinden
birden ölürsem mazallah
ya sevemezsen beni
ve anlasana beni ne olur?
ben öyle durayım karşında
suslara büründürüp dudaklarımı
koskoca biz ne hale geldi baksana
hasret dağlarının bezgin çiçeği ettin beni
yazık
bir güneş değse ağlayacaktım sanki
üflesene parmaklarımı ne olur?
yanlışlıkla sözlerine değdim şimdi...