Powered By Blogger

23 Mart 2009 Pazartesi

-SEVDİM-



Sevdim
Duyguların yoğunluğunda düşünerek
Saklayarak toza çamura bulanmış gözkapaklarımı
Ve kalleş bir sivilceyi yüzdeki
Gecelerce zindanlarda geçti sanki ömür
Düşüncemde seni varederek yaşarken
Hani şarkımızın en sevdiğimiz yerinde
Kapatarak gözlerimi
Çayın deminde
Burnunu cama dayayan çocuk kadar masum
Koca bir adam olmaya çalışarak
Odamızın duvarlarına çizerek
Mutlu günlerimizi
Ve kırmızı elbiseni senin
Benim mavi kasketimi
Gülüşlerindeki anlık mutlulukları
Dondurarak hafızalara
Bir tutam bakayım diye
Avucuma doldurarak saniyeleri
Sevdim
Dişmacununu ortasından sıkarak
Korna seslerinin gıcıklığında
Bir deniz dalgasının üstünde üşüyerek
Ama nedense hala oturarak
O boş ve o en çok olman gereken banklarda
Elimdeki kuru simite harmanlarken içimi
Yanarak
Yakılarak hani
Fakir kız çocuklarının ve oğlanların
Hayallerinde tutunarak
Sobaya dokunan minik elin acısında
Babannemin gözlüğünden annemin yazmasından
Koklayarak hayatı
Çocuklar gibi sevinerek karın yağmasına
Leğenlerde kayarak hasta olana kadar
Havuç burunlu kardanadamlara atkılar takarken
Hep bir deli aşkın kucağında
Ağlayarak bulurum kendimi
Bu gri şehrimizin içinde
Sevdim
Kavurarak soğanları pembeleşinceye kadar
Yoğurarak hani hamurları
Kulak memesi kıvamına gelinceye kadar
Sürekli tartılarak basküllerde
Yalnızlığında bir babam birde anam olarak
Bulmacalara gömerken dertli başımı
Sevdim
Boruların ti seslerinde
Kuzuların meleşmelerinde
Dalgın gözlerimi akıtarak
Yazdığım şiirlerin her dizesine
Sevdim
İliklerine kadar hayatın yani
Ey elimdeki biram
Gazete kağıdına sarılı tuzum
Zeytin çekirdeğim
Sakallarımın içinde büyütürken bu aşkı
Kalabalıkların içinde unuttum kendimi
Gökyüzüne balonlar saldım
Kordonların pamuk şekerlerinde
Bol bahşiş atıp garsona
Ayakkabılarımı boyatarak esmer çocuğa
Ve unutarak gözlerimi
O körolası uzaklığında
Sevdim
Hesapsızca çalarak senden seni
Tazikli sularda boğulayım ki
İşte aynen böyle
Sende böyle severmisin beni???

ERHAN YİĞİT KIRIKCI

21 Mart 2009 Cumartesi

--İNTİKAM--



Bu hırs alsın götürsün beni şimdi
Kıyametlere gelsin yürek
Sağımda öfkem otursun solumda çocuk yanım
Dumanlar tüterken gemilerin bacasından
Gözyaşımla sızlattırdın ya en olman gereken anları
Tutuşsun saçların
İsmin titremeye hazırlanan
Ellerimin içinde ağlasın
Takvimlerden seçsinler 13 aralıkları
Gırtlağımdan kaynar sular akıtsınlar
Yasadığım pişmanlıklar kadar
Kurşuna dizsinler beni
Ağladıkça hatıra sen gel
Çiçekler ölsün dağlarda
Tenim tenime yabancı kalsın
Utansın kanım benden utansın
Düşüncem sende kalırsa
Kabus olsun içinde olduğun rüyalar
Çekip vurayım beyaz alnından
Versinler yalan gözlerini bana
Şimşekler çakıp yağmurlar yağsın
Kuşlar havalansın şehre geldiğinde
Bir işçi sırtından vurulsun
İnançlara şüphe düşsün yani
Görüp ihanetini
Ağıt yaksın başucumda melekler
Kalabalığın ortasında bir çocuk ağlasın
Kara bulutlar kapatsın güneşlerimizi
Masalların içinde yok ol
Ani bir rüzgarla savrulur gibi
Savrul aşkla bir düştüğünde adın
Alevler üşütsün seni
Soğuklar yaksın
Elini uzatacak olursan eğer birgün bana
Buz gibi bir mermi delsin geçsin beynimi
Davullar çalsın zurnalarla
Bahardır ölüm
Senin nefes aldığın bu dünyada bana

Bilirim
Sen şimdi uykunda mutlu serçe
Şehr-i yiğitte ise bir erhan
Dokunma
Gözü divane...
Feri divane...

Ah bu hınç yaralasın beni
Anaların gözü yollarda kalsın
Kanasın yürekler
Kavuşmak imkansızı olsun ayrılıkların
Beni böyle bıraktın ya birbaşıma
Zehirin olsun ekmeğin
Suyun yarım kalsın
Dikenler bürüsün yürüdüğün yolları
Toz ol menekşelerin üzerinde
Kardeşler birbirine küssün
Kötü denince akla sen gel
Öncen batsın
Geleceğinden umma
Önüne eğsin başını gelip geçen
Bir babanın isyanı ol
Ölsün seni seven
Ölsün

Bilirim
Sen şimdi uykunda mutlu serçe
Şehr-i yiğitte is bir erhan
Yaklaşma
Sesi divane
Soluğu divane

ERHAN YİĞİT KIRIKCI

NOT:Bütün hakkını verebilmiş aşklardan özür diliyorum...

14 Mart 2009 Cumartesi

-- AŞKOLSUN--



Varlığımda varmıydın sanki
Yokluğunda yok olacağım?
Boyun yetmez duyamazdın
En parlak yıldızıydı sözlerim arşın
Sen yalan diyarının soylu çobanı
Bense aşığıydım bu yoksul kentin
Barikatların ardındaydı unutulmuşluğum
Sensizliğim coplanırdı körolası ellerimde
Tırnaklarımın ucunda birikirdi bu sitem
Devran dönene kadar
Kültablalarına boğulasım gelirdi
Haydi devrem ibret olsun
Olsun
Bu da benden olsun...

Sen gökyüzümü ısrarla çalardın ama
Ben gökkuşağına renkler ısmarlardım senin için
Yıldızlarını doldururdum kucağına bu şehrin
Güvercinlerin kanatlarındaydı sevmelerim
Sen yalan diyarının acemi avcısı
Çekip vururdun tam kalbinden yani
Kan damlardı yürüdüğün yollara
Devran dönene kadar
Dikenlere yırtılasım gelirdi
Haydi devrem ibret olsun
Olsun
Bu da benden olsun...

Gözlerim kayan bir yıldız gözlerinde
Ufak ellerini uzatır nafile
Haramdır yakalayamazdın
Ve cok sonra atardım ben kendimi
Belkilerin yamacından
Keşkelerin soğuk mermer taşlarına
Pencereme vuran güneş batıncaya kadar
Sırtımdaki ağrı olurdu zaman
Umutlarım
Kusların paylasamadığı bir kırıntı şimdi yerlerde
Sen yalan diyarının aç hırsızı
Çalardın birer birer
Bahar hiç gelmezdi Süleymaniye'ye
Devran dönene kadar
Kafamı duvarlarda patlatasım gelirdi
Haydi devrem ibret olsun
Olsun
Bu da benden olsun...

Ben karanlıklarda hiç görmedim ki yüzünü
Aydınlıklardan medet umayım
Yangındı avuçlarımın içi tutamazdın
Bir öfkenin içinde büyürdü bütün yaşanmışlıklar
Senden kalanlar
Çay bardağının dibindeki çöp gibi
An gelir dökülürdü
Durduramazdın
Yokluğunla devir alan uykuyu gözlerim
Öğrencisi olurdu sonbaharın
İçinde damı akan bir evin yağmura
küfrettiği insanlar gibi
küfredilirdim yani
Çabuk harcanırdım
Devran dönene kadar
Bir kör kurşunla son bulasım gelirdi
Haydi devrem ibret olsun
Bu da benden olsun
Yalandı sar yaralarını yiğit
Unuttun mu
AŞKOLSUN...


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

7 Mart 2009 Cumartesi

- KARA ÇOCUK-



Keyfimize keder damlamış
Yaralı bir ceylan öyküsüdür çığlıklar
İhanetin suyunu içerken bile aklımdaydın da ne oldu
Aydınlıklara giden yolumuzda
Birkaç şarap mantarından başka
Karanlıklardamı seçidi yüzüm
Göğsümüzü bu dünyanın mavi denizine kaptırmışken
Zatürresinemi kapıldık
Kapı aralığından esen rüzgarın

Tez yazdın yazgımızı yani
Dar kuyulara hapis
Merhaba dedik rutubetlere uyanan bir şafağa
Ne zaman bir aşk düşünse
Bu kara çocuk

Ekmeği çalınmış gibi gırtlağından
Karbonmonoksit verip yalnızlık çekti içine
Ne vardı yani
Bir martı kontenjanı kadar
Yeri olsaydı bu çöplüklerde
Davacı gönlün postu cıktı da ne oldu
Yarin kara kaşıyla sırdaş
Ve esmer kokan tenine dokunmadan geçen ömrün
Ölüme giden yolunda
Bir avuç topraktan başka
Seceresindemi doğdurdular sözlerimi ayrılıkların
Sırtımızı kandan duvarlara dayamışken
Soğuk algınlığındamı hayat buldu öksürüklerim
Bu acayip hikayemizin

Tez yazdın yazgımızı yani
Dar kuyulara hapis
Merhaba dedik rutubetlere uyanan bir şafağa
Ne zaman bir aşk düşünse
Bu kara çocuk

Akşamına misafir olur bir duble rakı
İçinde kaleler inşa etmiş zavallı düşlere
Eskimiş hırka
Ve yılgınlıklarıyla ortak büyür yaşama sevinci
Bu başıboş sevda meydanında
Ne vardı yani
Her sabah gözümüzü
Nurtopu gibi bir acıya açarken
Tek celsede verselerdi aşkını bana
Dalgalarında boğuldumda ne oldu yani
Kıyılarına çalılarla ismini yazma isteğiyle
Genizde duran kuru bir hasretten ayrı
Yaşattım seni
Duyda yine inanma
Ey gidi sancıların nöbet güzeli

Tez yazdın yazgımızı yani
Dar kuyulara hapis
Merhaba dedik rutubetlere uyanan bir şafağa
Ne zaman bir aşk düşünse
Bu kara çocuk

Bütün zamanların içinden
Çekip en sevdiğin anları
Zorla yerleştirirken
En masum sevincimi içine
Saatleri gülüşlerinle dondurdum da ne oldu
Yalnızlığın yatağında
Salya sümükten gayrı
Gülün dikenindemi kanadı gecelerim
Ömrümü güzel güneşli günlerine adamışken
Erken kışlara alıştırdın beni yar
Baharına hasret
Bir yağmur damlasının üstünde
Açılma özlemiyle seninle gökyüzüne
Tuş oldu gönül
Çatlamış toprakların üsütünde
Açıldımı kabukları yaramızın
Bir düşün hele

Tez yazdın yazgımızı yani
Dar kuyulara hapis
Merhaba dedik rutubetlere uyanan bir şafağa
Ne zaman bir aşk düşünse
Bu kara çocuk

Ne zaman bir aşk düşünse...

ERHAN YİĞİT KIRIKCI

2 Mart 2009 Pazartesi

- İSTANBULDA-



Küsmüş bir çiçeğim artık
İstiklal Caddelerinde
Kadıköy'ün modasında hani
Üsküdar'ın zift kokan vapurlarında
Boş bir bankında yada Ortaköy'ün
Böylesine sebil yürek
Yokluğunla vurdular kalbimi sevdiğim
Gösterme bana uçan kuşları
Bahar mahar bilmem ben

Bütün aynaların
İçten çürümüş yüzüyüm artık
Bir Sokak arası kahvesinde
Eminönü kalabalığnda hani
Galata'nın yokuşlarında akşamüstleri
Böylesine sevişti yalnızlıkla bu yürek
Sensizliği işlemişler mendilime yar
Gösterme bana doğan güneşi
Bahar mahar bilmem ben

Sonbaharın dökülen yaprağıyım artık
Çamlıca tepelerinde
Kokorecin yağlı kağıdında yada beyoğlu'nun
Çağlayan meydanlarında hani
Kasımpaşa'nın rüzgarında
Böylesine kırık keklik kanadı yürek
Adını götürmüşler avuçlarımdan
Boşuna gösterme bana açan tomurcuğu
Bahar mahar bilmem ben

Sevmeyi bildiysek ne ala
Bir o kadar beceremedik sevilmeyi
Aşkın hep poyrazı esti üstüme
Aşkın hep -den halinde sustum
Devam ettim sen giderken
Ekmeğim tuzsuz suyum yarım kaldı
Kömürsüz kömür sobaları gibi anlamsızken

İçinde çiçeklerin en alası olması gereken
Boş bir vazo hüznünde
Perişan kıldı aşkın beni
Ey deli gönül gel baktırma beni pencerelerden
Çengelköy'de bir çay bahçesinde şimdi
Ya da sisli bir Karaköy akşamında
Üsküdar sahillerinde hani
Bu ağrıyan İstanbul'da
Gösterme bana yalan
Kara gözlerine boyanır içim
Bahar mahar bilmem ben
Bahar mahar bilmem


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

1 Mart 2009 Pazar

- BİR ÖĞRENCİNİN AŞKI-



Annem erken kalkardı
Sobayı yakar
Kahvaltı hazırlardı
İki dilim ekmek ve birazcık zeytin kadar
Vakit geçtikten sonra
Düşerdim okulun yoluna
Her tarafımı soğuk sarardı
Andımızı okurdu arkadaşlarım
Varlığımı varlığına armağan ederdim
En arka sırada oturur seni severdim

Gelip çatardı beslenme saatimiz
Sen görme diye
Gazate kağıdına sarılı halk ekmeğimi
Dışarı çıkar merdivenlerin dibinde yerdim
Başımı okşardı öğretmenim
Sevinirdim
Kokardı esmer tenim cebimdeki mendillerde
En çok ben severdim tenefüslerin uzununu
Ve kantinden sınıfımıza giden koridorda
Düşünürdüm seni hep
Muhakkak yere dikerdim gözlerimi
Önümden geçtiğinde
Onca hazırlık boşa giderdi
Ama olsun ellerin hergün sırama değerdi
Böyleydi gönlümün dudağında kalan teselli
Kader bu aşkı yazarken bu memur çocuğunun saf alnına
Bütün tahta kalemler de
Defterlerime adını yazardı
Problemler çözülürdü matematik dersinde
Ben seni benden çıkarırlarda
Kalanı ayrılığa bölerler diye
Ezilirdim
Kimse bilmezdi oysa
Sınıfın tebeşir tozuna karışırdı hayallerim
Bu yangının dumanı tüterdi okulumuzun bacasından
Sözlerim sözlerinle buluştuğunda
Öleceğimi zannederdim
Bir dünya kurar sınıfın en sevdiğin köşesinde
İçine ikimizi yerleştirirdim
Kimse bilmezdi oysa
En arka sırada oturur seni severdim
Türkçe dersinde öyküler okurdun sen Ömer Seyfettin'den
Ben seni izlerdim
Atların hepsi kaşağılanırdı mesela
Falakaya yatırırdım bütün olumsuz ihtimalleri
Köşkümüze periler girerdi
Çocuk kalbim pır pır titrerdi
Delikanlı halimin en cesur çağı gelir
Otobüs duraklarında bozardım Sonra
En fiyakalı yeminimi
Sigaraya başlamam sendendi
Ağır gelirdi evimizin yokuşlarında bu sevdayı çekmek
Yanımdan duvarlar eksilirdi
Korkardım düşerimde seni bir daha göremem diye
Sensizliği cebime koyar eve girerdim sonra
Yemek yer ,ödev yapar,susar
Sonra oturup seni severdim
İçimde yarının hemen olma sabırsızlığı olurdu hep
Çantamı akşamdan hazırlardım
Yıkanmış gömleğimle birlikte asardım
Ümitlerimi sobanın üstüne
Sanki bize yazılmıştı bütün arabesk şarkılar
Sen hatıra düştüğünde
Kasabanın bütün havası değişirdi
Sana benzetirdim gülenleri
Güller avucuma dikilirdi
Aydede selamlar beni güneş kardeş yüzüme gülerdi
Sabahlar olurdu yani
Akşamlar gelip geçerdi...

Annem erken kalkardı
Sobayı yakar
Kahvaltı hazırlardı
İki dilim ekmek ve birazcık zeytin kadar
Vakit geçtikten sonra
Düşerdim okulun yoluna
Her tarafımı soğuk sarardı
Andımızı okurdu arkadaşlarım
Varlığımı varlığına armağan ederdim
En arka sırada oturur seni severdim

Sakallarım gürleşti şimdilerde
Şahidimdir yüzümdeki çizgiler
Ben seni nasılda severdim!!!

ERHAN YİĞİT KIRIKCI