Powered By Blogger

28 Ekim 2010 Perşembe

-AŞKIN ÖLÜMÜ-



ucum bucağım yok yine
öyle dipsiz derinliklere düşmüş
el kadar yüreğim
sen uzaktaki ülkem
sınırında kalmışım
kalbimin gümrüğünden geçmiyor sözlerin
kaçak cırpınışlarım takılır tellerine
kanarım
sen bastır bütün güneşleri üzerime
ben böyle çok daha ıslağım
bahara boyandıgı vakit içimden
gül olup kokarsın
senden alıp gidemem ben beni
ellerini avuclarımdan soracak olsalar
sıkardım yumruklarımı
bütün gücümle
indirip sensiz gecen her saniyenin şakağına
seni hep böyle güzel yapan ne vardı sanki
ben senin karan olurmuydum
üstüme siyah yağmurlar yağsaydı eğer?
bu çekilmez esmerliğimin içinde
aynı teranenin seyrinde gelişir anlıklarımız
bu kahvaltı
bu eski gazeteye sarılmış ekmek
bu isli pazar günü
uzayan pis sakallarım
ve cıksa biri
durdursa aniden zamanı
unut deseler bana birşeyi
ilk seni hatırlardım

bilki baska bir yasamda
ağıtlar yakılır adımıza
gün doğana kadar bekler aşıklar kapımızda
var git şimdi rüzgarımızı getir
sevdiğim çığlıklarımı üşüt
yolllar boyunca
adımı öğret sen hüznün çocuklarına benim
ve artık karalara bürünsün artıkyerküre
sebebimizi bil ki ağlama
toprağın bol olsun aşk
sen de öldün işte...


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

27 Ağustos 2010 Cuma

- ŞİİR SAATİ-



bu şiiri hangi saatte yazayım sana
nasıl bir perişanlıkta istersin?
çayım koyulmuş olsun mu bir yandan ?
günlerden pazarımı seçeyim
hava böyle kasvetli
ve aylardır temizlenmemiş olsun mu odam ?
gözlerim henüz çapaklıyken mi?
buz gibi bir odada mı yoksa?
dertli küllere boğarken mi istersin çay tabağını?
yapıştırıp sana almak istediklerimi
öğrenci harçlığımın aciz liralarına?
ya da bir bayram sabahı
namazdan dönerken mi?

bu şiiri hangi saatte yazayım sana
hangi çamurlu yolda söyle
hangi yokluğa yok kere küfür ederken istersin?
gazetelere göz atarken olabilir mi mesela?
beynimin akrostişinde kurgulayıp ismini
gece mi olsa ya da vakitlerden
dostlarla toplanıp kafayı çekerken mi ?
nereye yazayım söyle
sigara paketlerinin üstüne mi
yara bere içinde olsun mu ellerim?
hangi olmazlardan bir olmaz iliştirip cebime
hayallerimi senle süslemeye çalışırken mi söyle
soğuk bir taşın üzerinde
benden giden beni izlerken hani...

bu şiiri hangi saatte yazayım sana
nasıl bir perişanlıkta istersin ?
aç karnına mı
anam sobayı yakarken
babam işe gider gitmez mi?
kasım mı olsun aylardan
elektriğimiz kesilsin mi istersin ?
yeşilçam filmlerinde ağlayarak mı
hangi anıyı unutmayı göze alayım ?
acı -tatlı günleri asıp yalnızlığımın panosuna
hangi acımın alfabesinde olsun istersin ?
derin bir iç çekişimin hemen sonrası mı?
en sevdiğim keşkelerin ertesinde belki

bu şiiri hangi saatte yazayım sana
nasıl bir perişanlıkta istersin
nerde?
hangi saatte?
nereye?
söyle!!!
ne yapsam
beni seversin?


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

21 Ağustos 2010 Cumartesi

- Dİ' Lİ GEÇMİŞ ZAMANLAR...



yalan
beni hiç duymadın aslında
bir di'li geçmiş zamandı bütün herşey
bir cümlenin içinde bile bağlanamamıştık
ben gözyaşlarımla bağlamaya çalışırken
anlık paragraflarımızı
biz hep bir di'li geçmiş zamandık oysa
oysa bir gelsen mevsimleri toprağa gömerdim ben
devşirme sevinçlerim büyürdü yanında
yanında mavi mutluluktu nefesim
nefes eskirdi sanki olmadığında...

yalan
işte bu kadar basit der gibiydi
bir di'li geçmiş zamanda bitti herşey
olmuştu,dinmişti,tükenmişti
tükenmişti senin aşk dediğin
biz çoktan yanmıştık yani
adımlarımı siler gibiydi yürüyüşlerim
gül gibi unutmak vardı seni
geçtiğim her sokakta
dermansızı olmuştun dizlerimin
gönlüm gönlüne alacaklı
yaşardık işte
dedim ya gül gibi unutmak vardı seni
suyu dertsiz içmek
her yağmurda düşünmemek seni
acele olmamak
ve sen bizim di'li geçmiş zamanımızda güzeldin
ben o zamanlarda yakışıklı
o zamanda zengindi fakirliğimiz
fakirliğimiz avuçlarımızda
avuçlarımızda batardı güneş
aşkımız bu zamanın içinde
bulamamıştık
gizli özneydi aşkımız
saklanırdı yine...

ne diyeyim ki
geçmiş zaman bak
söylediğime bakılırsa
bir di'li geçmiş zaman olmuşuz
ey gözümün karası söyle?
kim kimi unutabilmiş acaba ...

ERHAN YİĞİT KIRIKCI

4 Ağustos 2010 Çarşamba

yanlışlıkla sözlerine değdim



gördünmü şehrimize mutlu bir son geldi
başrollerinde bizim olmadığımız
yarıldı gökyüzü ah evinden sanki
aşk beyninden vurulmuşa döndü
yani sen sevince şimdi
gördünmü şehrimize yalnızlık geldi
çaydanlığımla küllük arasında
mekik dokuyan puşt yokluğun
böylemi olacaktı yani
sen dedikleri de bumuydu ?
sen üfle parmaklarımı ne olur ?
sözlerine değersem mazallah
yanar içim
yerleşik bir aşka geçelim
sen gel
bıkar içim
göçebe sevişmelerden
bana sen gel
içimin orta yerinden
birden ölürsem mazallah
ya sevemezsen beni
ve anlasana beni ne olur?
ben öyle durayım karşında
suslara büründürüp dudaklarımı
koskoca biz ne hale geldi baksana
hasret dağlarının bezgin çiçeği ettin beni
yazık
bir güneş değse ağlayacaktım sanki
üflesene parmaklarımı ne olur?
yanlışlıkla sözlerine değdim şimdi...

18 Temmuz 2010 Pazar

-ADIN ÖLDÜRÜR BENİ-




hep soğuktur ben ne zaman oturuversem
bu pencere önüne
fonda yanık bir süt kokusu
derinden bebek ağlaması
sorumsuzca akan evimizin önünden sular
hep yalandır ben ne zaman susuversem
konuştuğum zaman daha da yalanmış
bir sonbahar gibi yada farketmez
herhangi bir mevsimin
herhangi bir çarsambasında
kurtulurmuyuz birden ölüversem?
bu pencere önüne
bir kuş gibi düşsem ..?
içimde diyez fırtınalar kopsa
bir bam telinin hücresinde titresem
şimdi en tazikli akanıyım suların
yamaçlara böğrünü sığdıramamışken
ne garip değil mi ?
gözlerinin karasını içime yerleştirememen
ne olurdu yani uzaktan da olsa
bendeki senin mavisine bir değsen ?
belliki iklimler değişmiş
çünkü aynı yerde kalmazdı bu yapraklar
ben sana nezle olurum her kış
fonda yanık bir süt kokusu
bu pencere önünde
derinden bebek ağlamaları
annemin üstümü örtme çabası ...
kendi sığınağında mahkum yasayan bir güvercin
kaçmış gibi içime
bir dudak büzmesi katıp
her halini düşünmekten
halsiz düşer herbir yanım
belliki kirpiklerinin hepsini kullanmışsın
belliki burada olmayacağım
vurmak için gelirsen
ya sevmek ?
hayatımızın kılavuzundaki en son konu
olmussa yanmıssa en önemli yeri ucundan
biz bir türlü okuyamadıysak
ve beni hemen vursunlar
bu aldığım nefes eğer sensen ..!!!
yani
hep gridir aslında yağmur ben ne zaman izlesem
bu pencere önünde
yanık bir süt kokusu
ben ağlıyormuşum ne bebeği bebek değil ...
damı akan bir gecekondu gibi
yada bozuk musluk vanası farzı misal
en azından böyle çağlayamazdım
bu pencere önünde
yokluğunla erimesem ...
ve hiçbir kayda da gecmezdi aşk
ben seni böyle sevmesem
şimdi hazırlanalım haydi
çünkü senin en sevdiğin bir zamanın
en hakiki diliminde
belkide saniyelerin gülüşüne şahit oldugu
hani benim en cok durdurmak istediğim bir vakitte
bir gök gürültüsü kopacakken tam
kurtulacağız birden ölüversem ?
bir kuş gibi
bu pencere önüne düşsem

MERAK ETME
ADIN ÖLDÜRÜR BENİ ZATEN
BEN NE ZAMAN BİRİNE AŞK DESEM ...


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

12 Haziran 2010 Cumartesi

- ANLATAMAM-




Oturdum da dayandırdım içimi
Bütün kombine acılara bir bir
En sevdiğim umudum bağdaş kurmuş
Yollarım da hüznün gerçeği
Ve neden sonra
Uzak denizlere dokunan ellerimle
Uçurtmalar uçurdum özlem duyduğum günlere
Üzerinde gırtlağıma takılan söyleyemediklerim
Yüzümden sakallarım akar ağlarım da
Yağmura çamura bulaşmış ömrüm
Yaşamın ekmeğin buğusuna aç zorluğuna
Biraz sen sürerken
Bu şehrin ışıkları şimdi unutur beni
Havalanan kuşlar eşliğinde
Hangi geleceğe bakıp bakıp durur
Sensizliği duyan gözlerim
Ah bir sıtma gibi üşür içimde imkansızlıklarım
bilmezsin bir dikene bağışlanmış parmak uçlarım
Uzatamam sana
Detayında yalnızlık var hikayemizin
Anlatamam...

Şimdi al bu hayat eskizlerini avuçlarımdan
Haydi göm ne varsa yitirdiğimiz
Ben bütün sıradanlığımı mavilere boyarım
istersen üzülmee
Bir ıslık dudaklarımda fakirlik
Sokaklarda kokumu duyarsın
şile bezinden hasretin
rüzgar esmesin ne olur
Üşürüm
Uzak denizlere dokunan ellerimle
kaybolurum kalabalıklarda
gönlümün carığına toprak bulasmış
gel etme neylersin
fazla zamanım yok galiba

BU SON DEMLERDE BENİ BULAMAZSAN
MIZRABIMA SOR AŞKINI
TİTRETSİN ARŞI ALEMİ
YİĞİT İSMİ DÜŞTÜĞÜNDE DUDAKLARINA...


ERN YİĞİT KIRIKCI

30 Mayıs 2010 Pazar

SAKLAN



saklan
daha çok düştüm gözlerinden
uçurum misali
ayrılık gelir bulur bizi sırtımızdan yoksa
saklan bende bari saklan
karartmışız mor gecelerde ayı şakağından
güllere keder düşmüş damlalarla
ahımızdan dönememiş çiçeklerin özünden arılar
kurumuş dilim damağım aşk dediğine
sacların omuzundan akan su olmuş
bir yere ismim ağlamış kandan

unutma
ellerimize sonbahar bulaştığında
buralarda gülüşlerinin izi kalacak
ben içli ceketimin sol yamasına bakıp
nedense hep seni hatırlayacağım

çamura toprağa bulaşmışız gibi aşktan
nereye değsem ahından kirleniyor
ismin yankılanmış bir kara duvarın yüzünde
al burdan hadi git beni
beni benden al git haydi
götür de bırak bir yere de
unutayım seni ...

unutma
ellerimize sonbahar bulaştığında
buralarda gülüşlerinin izi kalacak
ben içli ceketimin sol yamasına bakıp
nedense hep seni hatırlayacağım...


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

11 Mayıs 2010 Salı

BENİ BANA VER



günler geçmiş güneşin sırtından
yeni sancılar doğurmuş acılarımız
salya sümük saçarak gelen bir özlemi
göğsümde yumuşatıp
bildiğim bir uzak gibi yakın olmussun bana
sen kaybettiğim bilinmezim
ömrüm sende kalmış
bana hayatımı ver...

bir yalnızlık ki devriye gezmiş avuçlarımızda
sorma gitsin
bir yanımı bırakmışta kaldırımlarda
merak etmişim
şimdi yine güzelmidir gözlerin bu zamanda
ben söküp kopartabilirmiyim birşeyler gayrımızdan
zaman ehli bıçak sırtımızda neylersin
devrim sende kalmış
bana geleceğimi ver...

sen birden hani hepten velhasıl aniden
cekip gitmişsin
bir kumru düşmüş umudumun mavisine
sol yumruğumla yıkıvermişim evimi
yakışıklı enkazımın altında senli günlerim...
bakılmış bir fotograftaki gibi 13 saniye
unutulmanın kireç yüzlü girdabında
nefesim sende kalmış
bana soluğumu ver...

hala daha gülüşümü hatırlamaya calışmışsın
bir pazar günü bu öğleden sonra
ben yeni bir sayfa misali hiçbişey bilmemişim
beni karanlıklara çizmişsin
uçuşmuş kuşlar tepelerden ayrılıgın gelmiş
bağırda aynı kötümsü tad...
sen beni hiç böyle hatırlamamışsın
yığılmış bir kenara sevdam kaldırmamıssın
yorgunluğum sende kalmış
bana dermanımı ver...

şimdi nezaman ağlarsa o vakit düşmüş yağmurlar
ellerini ıslatmaya kıyamamışım ki ama
oysa üstüm başım sen olmuş
kirlenmişim yar beni böyle temiz bırakma
sesimiz yaşlanmış odamızın duvarlarında
masanın üzerinde benden kalan tozlar
sen birden hani hepten velhasıl aniden
cekip gitmişsin
bütün korkularım sende kalmış
bana yiğitliğimi ver...

ben herşeyimi sana vermişim
erimiş gözlerimin feri
bana birazcık ben ver...


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

12 Nisan 2010 Pazartesi

YAR DE



Yar de
Söyleşmek lazım gelmez mi baharda
Ya da sevişmek
Senin kokunun
Kokunun tonlarında
Bahardan birşeylerim olsa hani
Versem yoluna
Adak adarmışcasına istesem
Bahardan saçımız olsa yani
Güneş bir türlü koynumuzda
Güneşim koynumda sevsem seni
Sen yar de
Bir yürek borcum olsun
İsmine yakışır bir şiir yazılmış istersin
Bilirim
Bağırda taş kokar basarsın
Sen akla gelirsin de
Güzelleşmez mi dünya?
Sanırsın
Bir güvercin su içer gagasıyla
Görürsün
Mor tanelerinde bahçelerin
Mutluluğumuzu yıkarım çeşmenin ıslak gözlerinde
Agzımda fiyakalı ıslığım
Sen çalma şunu dersin
Ben mutluluğumuzu yıkarım
Evimizin çatlak duvarlı bahçesinde
Ben mutluluğumuzu yıkarım
Sen yar de
Şimdi an ki bu andır demeyip
Ağıtımsı türküler ısmarlıyorum
Senin olmadığın dünyamın herhangi bir enlemine
Ve sensizlik denilen uzağa paralel
Yollarda sokaklarda caddelerde...
Sen yar de
Çatırdasın ağaç kütükleri yalnızlık ormanlarında
Bir ayrılık vurayım alnından
Şöyle ağzımıza layık
Sen elini bana bulaştırma
Zamanında tam zamanında ölsün ölüm
Sen yar de geciktiğim
Ertelenmiş bir cümle gibi takılacağım
Aşkımızın son hırıltılarına yoksa
Sen yar de
Ben yar olayım
Bir gölgeye damlasın sözcüklerim
Sen Beride dur dilin yanmasın
Ben çoktan asi cümlelerimin sırtına
Bindim de gittim
Bak! kucak dolusu ünlemler getirdim sana
Yar de
Yarda
Bir ben yanayım



Söyleşmek lazım gelmez mi baharda
Ya da sevişmek
Senin kokunun
Kokunun tonlarında
Bahardan birşeylerim olsa hani
Versem yoluna
Adak adarmışcasına istesem
Bahardan saçımız olsa yani
Güneş bir türlü koynumuzda...

Sen gönlümün gerçek baharında ki aşiyan
Dağıldım yar öyle bir gittin ki
Ama biz hep sonbahardık anlaşılan ...


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

3 Nisan 2010 Cumartesi

Ş E L P E



ey tenimi kesen bıçak
acıyan kanımın kırmızısı
söyle şimdi bana ki sus yani
gecenin gözümü kaldı saçlarında ki
beni böyle siyah ettin ?
gönlümün minibüsünü sağa çekiyorum şimdi
inebilirsin
gözlerime kaçak giren biletsiz yolcu
feleğin mumu yandı ahımdan zaten
bulutlara şelpe mi değdi ki?
beni böyle bağlamanın perdesi ettin?
titrer kirpiklerim kedere dem katar zaman
ey dağılan yanlarımın parçacığı
söyle bana şimdi ki sus yani
böyle masum saniyelerde düşünürken ben seni
ben de akrebimi gördün ki
beni senin yelkovanın ettin?
nefesimi parmak uçlarına bağışlamış yaradan
ölüm ellerindenmiş
sen vur şelpe değsin bulutlara
ey yüreğimin harabesinin catısından damlayan suyum
seni sevmek için cokmu esmerim ki?
beni senin mecnunun ettin ?

söyle şimdi bana ki sus yani
ASLI'N neydi ki senin
beni yoktan yere ferhat ettin...


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

21 Mart 2010 Pazar

-KUMBARA-



gittiğinde griye boyanır bu şehir
gelip hemen boyarlar
ama hep aynı renkte ölemem ben
maviye alacaklı
düşünmeliyim hep
dağlarımda karlarım yanar yoksa
güneşsiz kalma pahasına
bir pencere önünde
harmanlarken uzamıs sakallarımı
yok olan yokluguna iyice
bir hesaptan geriye kalan sıfır gibi
degersiz kalır bütün anılar
ne varsa yani avucumuzda kalan
sanmaki savurdum
cocuk kumbarası gönül
birikmiş yakışıklı ceketimin içinde
fakirliğimin tozları
kıyarmısın bana yar
neydik ki etme!
sen kadar yalanın içinde
minicik bir doğruydum ...
yani yine de!

şimdi babam kokan adımlarımı atıyorum
büyüdüğüm sokaklarda
yağmurdan kaçan bir çocuğa
seslensem ki
adımı öğrense bulutlar
belki şehrine buram buram yiğit yağar
ay gider bırakıp geceyi
sazımın üstüne yapıstırıp bir ağlamaklı tonunu
sesimin
ateşten kaçan bir çocuğa
seslensem ki bu benim
ne derdim biliyor musun
madem yandı gençliğin yiğit!
keşke sevdiğinin içinde çıra olsaydın


şimdi çocuk kumbarası gönül bildiğin
birikmiş yakışıklı ceketimin cebinde
fakirliğimin tozları
kıyarmısın ki bana yar
neydik ki etme!
sen kadar yalanın içinde
minicik bir doğruydum
yani sadece...


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

9 Mart 2010 Salı

HELAL ET



Ayaklarıma yıldızlar değer
Sen olunca adı bakmaların
Utancından yüzü düşer
Gökyüzünün çünkü
Ve sonra
Bir yağmur gürültüsü iner gözlerine
Nereye kaçsam sen ıslanırım
Bu soğuk kötü insanlar ikliminin sabahında
İyi birşeyler demledim ikimize dair
Ama özgürlüğe mahkum olur kirpiklerim yokluğundan
Parmaklıkların ardında bir biz eskir...

Ben seni hep saklı kalan bir anıda
Hatırlamayı tercih ederdim
Açıkta kalırsan
Büsbütün unutuyordum seni yoksa
Kül olmuş bir yangın gibi değersiz
Bakarsın köşe başından
Kasketimin altından terimin acısı damlar
Ayaklarımın dibine
Yerlerde içilmiş izmaritler
Bir işçi ağrısı dizlerde
Ben seni hep işte hep
Böyle mi hatırlayacağım derken
Göz önünde durma
Büsbütün unutacağım seni yoksa
Çek git odamdan haydi
Yalnızcığımı rahatsız ediyorsun...

Bir vapurun terki maviliğinde
Hüzne yelken açtık
yüreğimin bahtsız miço elleriyle
almak istedik yani ey hayat!
tezgahından bir tutam mutluluk
hakkını helal et...

Ben çok aşklar eskittim
Gönlümün bit pazarında
Sözlerim
Yüreğimin namuslu hamalları
Taşıyıp durdular seni bir yerden bir başka yere
Ve hep bir zincirleme isim tamlamasında geçti adın
Hiçbirzaman seni tamlayacak bir sıfat bulamadık çünkü
SEN!
Varlığın yokluk çabası
Sen !
İçimin ölmüş güvercini...

Ve seni ben değil
canlanırdığım karakter vuracak yeryüzündeki
kana bulanacak gökyüzü
mavi bir semada gülüşlerimiz ağlayacak


Bir vapurun terki maviliğinde
Hüzne yelken açtık
yüreğimin bahtsız miço elleriyle
almak istedik yani ey hayat!
tezgahından bir tutam mutluluk
hakkını helal et...

ERHAN YİĞİT KIRIKCI

1 Mart 2010 Pazartesi

BOŞU BOŞUNA



Soğuk rüzgarım çarem oldu
senin gibi değdi geçti anca
geride irkildik sadece
ben sakallarımı yalnızlığa karıştırırken
bebek kokulu özlemin kucağımda
bir de bakmısız ki
sen çoktan uyumussun
benim en sevdiğim!!
ben boşuna
yani boşu boşuna
ninniler söylüyormuşum oysa...

bela gibi birşey
yalanın grisi gibi
seni sevmek
burnun sızlaması
tırnağın acıması gibi
sözlerin
bir sürü martı kalabalığıyken
gökyüzünde yalnız bulut ettin beni
yağacağım da
nereye söyle ?
yazık...
şimdi ben devrimi asırlara aktarmışım
taş bağırlı ağlamaların ayazında sırtım
bir de bakmışızki
sen çoktan güneş olmuşsun bensiz diyarlarda
ben boşuna
yani boşu boşuna
üşüyormuşum oysa...


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

20 Şubat 2010 Cumartesi

BENİ BİRAZ SEVERMİSİN ANNE ?



beni cok yordular
daha kaldıramıyorum ellerimi
uzagım yakınıma karıstı anne
göremiyorum düşlerimi uykularıma fesat bulastı
bana cok yalan söylediler
çok üşüdüm
üstüme biraz doğru örtermisin anne ?

bir taşın üzerinden baktım
gençliğime tozlu bir yolun sonundaydı
benimse baslamaya mecalsiz dizlerim anne
bilmiyorum sebeblerimi
sonuclarım içinde süslenmiş buhranlarım var
çok kayboldum
beni biraz bulurmusun anne ?

sonra ortasında yeserdim
en acı gerceklerin bitiminde
ağlamak bile gelmedi içimden anne
çünkü değişmedim hiç
bir yalnızlıgın içinden seslendim : cılız!
cok küçük düştüm
beni biraz büyütürmüsün anne

fırtınam deli hasretim canlanır şimdi
her böyle yazdığımda gün gelecek biliyorum
unutacak dertleri bu yürek
bir bulutun üzerinden gülümseyeceğim sana
bir gün anne birgün
rüyalarda koşusturacagız eteklerimizi işte o vakit
beni dizlerinde sonsuza kadar uyuturmusun anne

sevinçlerimiz o kadar coktu ki aslında
koyacak yer bulamadık kaptı martılar
çöpten ekmek kapar gibi
dedilerki kanatlarındaymış
medet umki cırpsınlar
yağmurlar yağsın barakalara ıslanırız
beni biraz koynuna alırmısın anne

oysaki ne güzeldi donuk bir saatin ertesinde
hatırladıgımız hani o gülüşün
eldeki bir ten sıcaklıgı
ne varsa koparılmışlığım
şimdi bana bir değdiler
çok yıkıldım
ellerimden biraz tutarmısın anne

alevleniyor şimdi bu anda yetişin
en samimi duygumun alnından vuruldum yatarım
en sevdiğim köşesinde evimin
senden gelsin anne bana ne gelirse senden
yandı güvenimin fitili
çok korktum
beni biraz göğsüne bastırırmısın anne

şimdi sorar en aklı basında haliyle
beynim bir yalnızlıkla bilek güreşinde dokunmayın
akıllara zarar bir ihanetin uyanışındayım
sallandırdım sehpada ne varsa aşka dair anne
geldik en nihayete
yani ölüyorum
beni biraz yaşatırmısın anne

Ne olur allahın aşkına
ÇOK ÖZLEDİM
BENİ BİRAZ SEVERMİSİN ANNE ?


erhan yiğit kırıkcı

6 Şubat 2010 Cumartesi

- BEN KİMİM ?




Ben kimim
Hangi ışığa bağışlandı bedenim
Hangi duanın ertesindeydim
Hangi avuçla yüze sürülmüştüm
Bir merhametmeydim yoksa ha?
Hasmın hasıma duyduğu
Böyle bişeymiydim
Nerde görülmüştüm ,nerde duyulmuştum
Hangi beynin içindeydi gerçek şeklim
Sözlerim daha kimi inandırmayacaktı söyleyin
Ben hangi yalandım
Niçin söylenmiştim?
Belimi hangi aşk tahtasının üzerinde kırdılar
Ben hangi yolda topal yürüdüm?
Ya da hangi martının gagasında ki yemdim
Kaç yavruyla paylaşılacaktım ?
Yene yene hala bitmemişmiydim...

Boş bir yermiydim otobüs duraklarında
Kim ne için tenezzül etmişti?
Ben nasıl bir gürültüydüm ki
Birden tuşuma basıp kapadılar
O kadar çok konusmuydu suskunluğum kalabalıklarda
Arzularım hangi sınırdaki dikenli teldi de
Ne zaman ellerimi uzatsam kanadım ?
Ben kimim
Neydim
Nereye gömdünüz gelecekteki beni
Hangi yolun sonundaydı özlemlerim
nereye kadar gelmiştim ?
Söyleyin nerdeydim?
Hangi soguk duvarı mesken bildi ellerim
Hangi ölümün kucagındayım kimbilir

Ben kimim
Hangi nefesi aldım da bosuna
yinede bir yer bulamadım
Gırtlağınla göğsünün arasında....


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

1 Şubat 2010 Pazartesi

- EKSİK-




Hatalar denizinde yüzüyorum
Yalnız...
Kollarımda derman kalmamış
Kulaçlarım balyoz misali ağır
Bir ses ver
Deli gibi arasın tonunu kulaklarım
Ayazında şimdi bu beyaz şehrin
Unuttum konuşmayı
Açıklamalar gömülü kalmış gizlilerde
Bir bak gözlerime ki
İşte o zaman anla beni yeter!!!
Hangi soytarı anı teselli edeyim derken
Daha fazla kanatır içini söyle
Yanan ateşlere bel bağlıyor gönül
Bakarmısın
Yanacaktık ama
garibim
Çıramız eksik ...

Hatalar denizinde yüzüyorum
Tek tabanca...
Kollarımda derman kalmamış
Kulaçlarım balyoz misali ağır
Ne desemde acısa için ?
Derdi çekene sor
Sen hiç bilmezsin
Kuru sarı bir yaprağa döndüm
Bakarmısın
Dağılacaktık ama
Garibim
RÜZGARIMIZ EKSİK ...

estireceğim ama
Bende bir ben eksik!!!!

ERHAN YİĞİT KIRIKCI

29 Ocak 2010 Cuma

-KİMSESİZ KELİMELER -



Hiçbir cümlesini anlayamayacak kimse
Kimsesiz kalacak kelimelerim
Üstlerine alınamayacak aşıklar
Bir yabancılıkki sorma gitsin
Saracak noktasına virgülüne kadar
Bir ünleme ağzımız açık bakacağız sadece

Hiçbir kelimesini anlayamayacak kimse
Kekeme vurgular duyulacak derinden
Sonrası mı? bir sabırsızlıkki sorma gitsin
Sırtı terleyecek dizelerin
Bol bol öksüreceğiz
Kepek yapacak saçımızda anladıklarımız
Boynumuzda balyozdan bir kolye
Anlamayacak kimse
Kimsesiz kalacak kelimelerim
İlk defa duymuş gibi soracağız birbirimize
Yalan kavramı alıp başını gidecek seninle
Kaçacak bütün sıfatlar isminin önünden
Hiçbirşey tamlayamayacak seni
Şiir seni anlattığına bin pişman
Tedirgin olacağız duyduğuzmuzda
Ama yine de
Hiçbir cümlesini anlayamayacak kimse
Kimsesiz kalacak kelimelerim
Fiillerim çatısız
Bir başyapıtın üç sayfalık dandik özeti gibi
Dolaşacağız seninle elden ele
Kabuslara gireceğiz daha duur!!
Akla sen geldiğinde korkacak bu yerküre...

Hiçbir cümlesini anlayamayacak kimse
Kimsesiz kalacak kelimelerim
Duyduğun ilk yalana bürün
Başka türlü inanamayacağız sana bence.


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

17 Ocak 2010 Pazar

-PARANOYA-



bir tutam kahve kokusu
ıslak kaldırımlarda
buluntular
buruşturulmuş kağıt misali
Yırtılacakmışızda vazgeçilmişiz
gibiyim düşüncende
rüzgar esmiş
saçların gözümün önünde hala uçuşuyor
sen gideli o kadar çok olmuş yani
ağırçekimde bir gülme kalmış hafızada
yavan
sessiz film olmuşuzda haberimiz yok
altyazıda aşk
iki cümle.

bir tutam kahve kokusu
Böyle bir pazar günü
durulmalar
neyi özlediğimi bilseydim keşke
tanrım?
madem tutukluyum
Öyleyse gösterin kelepçelerim nerde?
tanrım?
ben neyi istediğimi bilseydim keşke

al işte rüzgar esmiş
Çapraz bunalımlar cerayanında kalmış sırtım
açık pencere...
ağırçekimde bir gülme kalmış hafızada
sessiz film olmuşuzda haberimiz yok
altyazıda aşk
iki cümle

sanki yalana benzeyen
Bir doğrudayım
işimi gücümü bırakmışım
SENİ SVİYORUM...


ERHAN YİĞİT KIRIKCI

7 Ocak 2010 Perşembe

GİDERSEN NE OLURKİ!



Gidersen ne olurki
Bir göz yanılması kadar
Vakit geçer ardımdan
Yıllar o denli kısa
Ve hücrelerinde seni taşıyan
Yağmurlar yağar üzerime
Sen ıslanırım

Gidersen ne olurki
Hatırladığım en sevdiğim gülüşünde
Unuturum kendimi
Bir köşede gençliğimi yaşlandırırım
Sazım elimde tıngırtadırım geçer!
Teller nezdinde
Sen titrerim

Gidersen ne olurki
Aynı sabahlara uyanırım az çok
Ve aynı güneşe bakamam bilemedin
Ne garip aynı kaprislerimi çeker çiçeklerim
Tıpkı senden öncede olduğu gibi
Belki yine arkadaşlarla
Bu kıraathane köşesinde böyle manasız...

Gidersen ne olurki
Aynı zeytine çatalı batırıp
Aynı sakalı uzatırım tembel günlerimde
Ah! aynı çaya demlerim kokuşmuş fakirliğimi
Ne değişirki yani gidersen
Gidersen ne olurki
Bir sessizliğe bürünüp alt tarafı
Seni bağırırım

Gidersen ne olurki
Çekip vuracakmıyım kendimi sanki
Hangi kurşuna boyun eğerimki ben
Gidersen ne olurki
Yiğit derler bakarsın adıma
Ama ben hep sen korkarım

GİDERSEN NE OLURKİ
AMA SEN YİNE DE GİTME !!!



ERHAN YİĞİT KIRIKCI